Türk Dil Kurumu tarafından yapılan tanımına bakacak olursak iş kazası "İş yerinde meydana gelen ve işçiyi bedensel veya ruhsal yönden etkileyen olay" olarak tanımlanmaktadır.
İş kazasının, iş hukuku ve sosyal güvenlik hukuku yönünden farklı sonuçları vardır. İş hukuku açısından işveren aleyhine tazminata hükmedilmesi için kusurun bulunması gerekirken sosyal güvenlik hukuku açısından ise işverenin kusurlu olmasına gerek yoktur.
5510 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasından yer alan tanıma baktığımız zaman, işyerinde gerçekleşen her türlü kazayı iş kazası kapsamına sokmaktadır. Sigortalı işçinin kaza anında işle alakalı bir şey yapıp yapmamasına bakmadan her türlü kazayı iş kazası kapsamından değerlendirmektedir. Yine 5510 sayılı Kanun yönünde sigortalı işçinin herhangi bir prim günü sayısını doldurması gerekmemektedir. İşçi çalışmaya başladığı ilk anda dahi kaza geçirirse, işveren tarafından yardım yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Özetle 5510 sayılı Kanun iş kazasını mümkün olduğunca geniş bir şekilde tanımlıyor. Sosyal güvenlik hukuku yönünden ise sigortalıya yapılacak yardımların işveren tarafından yapılması için iş kazasının gerçekleşmesi yetmektedir. Herhangi bir kusur tartışmasına girilmeyecektir.
İş Kanunu kapsamındaki iş kazası ise 6331 sayılı Kanun’da belirtilmiştir. 6331 sayılı Kanun’un 3. maddesinde iş kazası “İş kazası: İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hâle getiren olayı” olarak tanımlanmıştır. Aynı zamanda TBK m. 418’de de iş kazasının tanımı yapılmaktadır. İş Kanunu kapsamından iş kazasında zarara uğrayan ya da ölümü gerçekleşmiş olan işçinin veya yakınlarının işverene karşı tazminat davası açabilmesi için işverenin kusurlu olması gerekmektedir. Eğer işverenin kazanın meydana gelmesinde bir kusuru yoksa işveren kazadan sorumlu tutulamayacaktır. Sigortalının iş kazası geçirmesi neticesinde maddi ve manevi tazminat, destekten yoksun kalma tazminatı gibi Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanmayacak tazminatlar işveren tarafından karşılanacaktır.
Bu konuda bizim görüşümüz kazanın sadece işyerinde meydana gelmesi durumunda iş kazası olarak tanımlanmaması gerektiğidir. Nitekim iş kazasının iş ile ilgili olması gerekmektedir. Bu konuda baskın görüş işyerinde gerçekleşmesinin iş kazası olması için yeterli olduğu olsa da kanaatimizce iş kazası olarak nitelendirmek için illiyet bağına bakılması gerektiğini düşünmekteyiz.
Ayrıca işverenin sadece sigortalıya karşı değil sosyal güvenlik kurumuna karşı da sorumluluğu gündeme gelecektir. Nitekim Sosyal Güvenlik Kurumu iş kazasının meydana gelmesinde işverenin bir kusuru varsa sigortalıya yaptığı yardımları hakkaniyet çerçevesinde işverenden rucü ederek alma hakkına sahiptir.
Sosyal Güvenlik Kurumuna işveren tarafından her ay prim ödenmektedir. Bu prim neticesinde Sosyal Güvenlik Kurumunun tazminatlar dahil olmak üzere ödemesi gerekmektedir (işverenin kusurunun bulunduğu hallerde rücu hakkı saklı kalmak şartıyla). Ancak ülkemizde Sosyal Güvenlik Kurumu sigortalıya ya da yakınlarına ödenmesi gereken maddi, manevi ve destekten yoksun kalma gibi tazminatları ödememektedir.
Rücu hakkının dayanağı olarak Yargıtay kararlarında ve içtihadı birleştirme kararlarında dayanağın halefiyet ilkesi olduğunu belirtmektedir. Doktrinde bu konuda aynı görüştedir. Rücu, zarar göreninin zararını karşılayan kişinin sorumlu olan kişiye başvurmasıdır. Ancak halefiyet ise üçüncü kişinin zararı karşılaması neticesinde zarar görenin tüm haklarının halefi olması anlamına gelir. Zararı karşılayan SGK’nın kendisi zarar görmüş gibi işverenden alacağını talep etmesidir. İş kazası geçiren işçinin öne süreceği bütün hakların SGK tarafından ileri sürülebileceği anlamına gelir. Halefiyet durumunda işverenden istenebilecek miktar işçinin isteyebileceği maksimum miktar ile sınırlı olacaktır.
Kurumun işverenden rücu etmesinin unsurları ise şunlardır; işverenin kastı neticesinde iş kazasının meydana gelmesi veya 6331 sayılı Kanun’da belirtilen standartların işyerinde yakalanmaması nedeniyle kazanın gerçekleşmesi. Yalnız bu noktada rücu edilebilmesi için kaçınılmazlık halinin olmaması gerekmektedir. Kaçınılmazlık halini ise şu şekilde açıklayabiliriz; eğer işveren tüm önlemleri almış olsaydı dahi bu iş kazasının gerçekleşeceği sonucuna varılmasıdır. Bu konuda Yargıtay kusuru bir şart olarak öngörüp kaçınılmazlık halinin bulunması halinde rücu edilemeyeceğini dile getiriyor. Açıkça ifade etmek gerekirse kaçınılmazlık halinin varlığı halinde kurum rücu davasından sonuç alamayacaktır.
Sağlıklı bir çözüm almak ve hak kaybına uğramamak için avukatına danışmayı unutmayın. Avukatınız yok ise sitemizde yer alan randevu al seçeneği üzerinden veya iletişim bilgilerimizden bize ulaşabilirsiniz.
Kommentare