top of page

ULUSLARARASI ANTLAŞMALARLA VATANDAŞLIĞIN KAZANILMASI

ANTLAŞMALARLA VATANDAŞLIK KAZANILMASI

A. Genel Olarak


1930 tarihli Lahey Sözleşmesi’nde kabul edildiği üzere her devlet, uluslararası antlaşmalara aykırı olmamak koşuluyla kendi vatandaşını kendi iç hukuk düzenlemesiyle belirleyecektir. Bununla birlikte devletlerin bu münhasır yetkilerini keyfi olarak kişilerin vatandaşlıktan mahrum edilmesi anlamında kullanamayacağı da milletlerarası hukukta kabul görmüş bir ilkedir. İlkenin bir istisnası ise kişinin milletlerarası antlaşma gereği vatandaşlığın kazanılması ya da kaybedilmesidir.


Devletlerin hakimiyet alanlarının değişmesi durumunda hakimiyetin el değiştirdiği bölgedeki kişilerin vatandaşlıklarına ilişkin antlaşmalar yapılır. Bu el değiştirme önceki devletin hukuki kişiliğinin sona ermesi, mevcut devletin bir parçasının el değiştirmesi ya da bölgede birden fazla devletin ortaya çıkması şeklinde gerçekleşebilir (Yücel Acer/İbrahim Kaya, Uluslararası Hukuk Temel Ders Kitabı, 2017, s. 393). Arazi terk ve ilhakı olarak adlandırılan bu durumlarda kural, yeni devletin bir öncekinin ardılı kabul edilerek önceki devlet vatandaşlarının sonraki devlet vatandaşlığına doğrudan geçmeleridir. Yani kural, bir toprak parçasının ele geçirilmesi neticesinde o toprak parçasında yaşamını sürdüren insanların ele geçiren devletin vatandaşlığını kazanmasıdır.


Devletlerin el değiştirmesinin yanında bir halk topluluğunun toplu olarak göç ettiği durumlarda da vatandaşlıklarının ayrıca düzenlenmesi ve devletler arasında buna ilişkin antlaşma yapılması gerekebilir (muhaceret).


B. Antlaşma Kapsamında Kalan Kişiler


Antlaşma kapsamına giren kişiler bir yerin terk ve ilhakında söz konusu olduğunda bölgede ikamet eden kişiler olarak karşımıza çıkar. Muhaceret durumunda ise muhacir durumdaki kişilerin hepsi antlaşma kapsamındadır. Yapılacak antlaşma muhacir kişilerin vatandaşlık durumunu etkileyecektir.


C. Antlaşma ile Vatandaşlık Kazanmaya Bağlanan Kriter


1. Genel Olarak Kriterler


Kişilerin vatandaşlıklarına ilişkin yapılan antlaşmalarda kriter olarak doğum yeri veya ikamet yeri seçilebilmektedir. İkamet yeri kriterine göre devletin terk ya da ilhak ettiği arazide ikamet edenler mevcut vatandaşlıklarını kaybederek hakimiyeti ele geçiren devletin vatandaşlığını kazanırlar. Doğum yeri kriterine göre ise bahsi geçen bölgede doğanların vatandaşlığı değişecek, hakimiyet kazanan devletin vatandaşlığına geçeceklerdir. Bölgede doğmuş fakat ikamet etmeyen ya da başka yerde doğmuş olup hali hazırda bölgede ikamet eden tüm kişilerin yeni devletin vatandaşlığına geçmesi mümkün kılınabilir. Fakat bu her zaman şart değildir. Nitekim hem orada doğmuş hem de ikamet eden kişilerin hepsinin hakimiyet kuran devlet vatandaşlığını kazanmaları da mümkündür (Ergin Nomer, Türk Vatandaşlık Hukuku, 2019, s. 185). Örneğin, 1921 yılında Türkiye ile Fransa arasında yapılan Ankara Antlaşması ile Suriye ülkesinde ikamet eden halk her ne kadar Osmanlı vatandaşı ise de bu tarihten itibaren milletlerarası antlaşma gereği Osmanlı vatandaşlıklarını kaybederek Suriye vatandaşlığını kazanmıştır (Süleyman Dost, Ulusal ve Uluslararası Mevzuat Çerçevesinde Ülkemizdeki Suriyeli Sığınmacıların Hukuki Durumu, 2014, s. 53-54).


2. Opsiyon Hakkı


Söz konusu kriterlere göre kişilerin iradeleri olmaksızın vatandaşlık değişebilmesinin yanında bu kişilere opsiyon (seçme, hakk-ı hıyar) hakkı da tanınabilmektedir. Böylelikle kişilere eski vatandaşlıklarını koruma hakkı tanınmakta veya hakimiyet kazanan yeni devletin vatandaşlığını reddetme imkânı sağlanmaktadır. Burada kişilerin iradesi daha fazla ön plandadır. Örneğin 1939 yılında imzalanan Hatay Antlaşması ile anavatana katılan Hatay’da ikametgâh yeri kriterine göre kişilerin Türk vatandaşı sayılacağı düzenlenmiş, ayrıca bu kişilere opsiyon hakkı tanımıştır. Bu kapsamda Türk vatandaşlığını kazanmış ve 18 yaşını aşmış olan kimseler antlaşmanın yürürlük tarihinden itibaren 6 aylık bir süre içinde Suriye ya da Lübnan vatandaşlığını seçebileceklerdi. Yani Hatay Antlaşması ile kişilere seçme yoluyla vatandaşlık değiştirme hakkı verilmiştir.


Verilen örnekte de olduğu gibi seçme hakkının kullanımı genellikle bir süreye bağlanmaktadır. Vatandaşlık kazanılmasının mülkiyet de dahil çok geniş hakları barındırdığı düşünülürse eski ve yeni hakimiyet sahibi devlet topraklarında kimlerin bu haklara sahip olacağının bir an evvel belirlenmesi açısından opsiyon ile vatandaşlık kazanılmasının süreyle sınırlandırılmasının isabetli olduğu kanaatindeyiz. Osmanlı hakimiyetine geçen topraklar için; Arnavutluk ile Osmanlı arasında yapılan antlaşmada 1 yıl, Sırplar ile Osmanlı arasında yapılan İstanbul Antlaşması neticesinde 3 yıl içinde Sırp vatandaşlığı alabilecekleri düzenlenmiştir.


Opsiyon hakkı, vatandaşlığı değişecek kişiler için bir haktır. Ancak hakimiyeti altına alan devletin vatandaşlığını seçmeyen kişiler için yaptırımlar uygulanabilir. Daha önceki antlaşmalarda görüleceği üzere, eski vatandaşlıklarını kaybetmek istemeyip hakimiyet altına alan devletin vatandaşlığını seçmeyen kişiler hakimiyet sahibi devlet tarafından topraklarını cebren terke mecbur bırakılmışlardır. Başka bir deyişle seçme hakkını önceki vatandaşlıklarından yana kullananlar zorunlu mübadeleye tabi tutulmuştur. Bölgeyi mecburen terk eden kişilerin malları tasfiyeye sokulmuştur. Bu da opsiyon hakkının kullanılması sırasında kişilerin üzerinde bir baskı olduğunun göstergesidir.


Opsiyon hakkının belirlenen sürede kullanılmamasına bağlanan sonuçlar genellikle antlaşmalarda düzenlenir. Buna göre, verilen opsiyon hakkını kullanmayanlar, kendiliğinden hakimiyet kazanan devletin vatandaşı olurlar.


Opsiyon hakkını kullanmayan ya da kullanarak yeni devletin vatandaşlığını kazananlar, ikamet ettikleri arazi üzerinde yaşamaya devam ederler. Eski vatandaşlığını koruma yönünde kullanan kişilerin taşınmazları üzerindeki hakları ise milletlerarası hukukun temel ilkelerinden mütekabiliyete tabi olur. Bu hususta Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin E. 1991/11922, K. 1992/9234 sayı ve 01.06.1992 tarihli kararında ilhak öncesinden beri zilyetliğe dayanarak mülkiyetin kazanıldığı iddiasıyla açılan davada ilhak öncesi dönem için Suriye hukukunun, sonrası için ise davacı açısından mütekabiliyet ilkesinin uygulanacağı gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının bozulması kanaatimizce isabetli olmuştur. Danıştay 3. Dairesi’nin E. 1964/31, K. 1964/56 sayı ve 07.04.1964 tarihli kararıyla da seçme hakkını kullanarak Türk vatandaşlığında kalmayanların diğer yabancılardan farklı olmadığı, bunların taşınmazlarını tasfiye edeceğine hükmedilmiştir. Kanaatime göre de kişinin vatandaşlığı kaybettiği andan itibaren yabancı statüsünde sayılması yerindedir.

Comments


bottom of page