Vatansızlık
Vatansız kişi, 1954 tarihli Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşme’nin 1. maddesinde tanımlanmış olup “kendi yasalarının işleyişi içinde hiçbir Devlet tarafından vatandaş olarak sayılmayan kişi” şeklinde ifade edilmiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse, hiçbir devletin vatandaşı olmayan kişiler vatansız olarak adlandırılır. (Kerem Batır, Uluslararası Hukukta Vatandaşlık, 2018, s.219)
Birleşmiş Milletler özel röportörü Manley Hudson tarafından hazırlanan “Vatansızlık dahil Vatandaşlık” başlıklı raporda vatansızları ikiye ayırdığını görmekteyiz. Buradaki ayrıma göre vatansızlar, doğuştan vatansız olanlar ve doğumdan sonra vatansız olanlar şeklindedir. Burada vatansızlık durumunun ortaya çıkma anı dikkate alınarak bir tasnif yapmıştır.
Vatansızlığın Önlenmesi ve Azaltılmasını Hedefleyen Uluslararası Sözleşmeler ve Türkiye’ye Etkisi
10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Türkiye tarafından 27 Mayıs 1949’da Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Beyannamenin 15. maddesinde “Herkesin bir vatandaşlığa sahip olma hakkı vardır.” ifadesine yer verilmiştir.
1954 tarihli Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşmesi’nin 2014 yılından beri Türkiye de tarafıdır. Bu sözleşmede vatansızlar tanımlanmış olup bazı yükümlülükler ve tavsiyelerde bulunulmuştur. Sözleşmenin 32. Maddesinde “Sözleşmeci Devletler, Vatansız kişileri özümlemeyi ve Vatandaşlığa almayı mümkün olduğu ölçüde kolaylaştırırlar. Özellikle vatandaşlığa alma işlemlerini çabuklaştırmak ve bu işlemlerin masraf ve resimlerini mümkün olduğu ölçüde azaltmak için her türlü çabayı sarf ederler.” ifadesine yer vererek vatansızlığın önlenmesi amaçlanmaktadır.
Vatansızlığın Azaltılmasına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, 30 Ağustos 1961 tarihinde imzalanmış ve 13 Aralık 1975’te yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, taraf devletlerin sadece birbirlerine değil, uluslararası toplumun bütününe karşı vatansızlığın azaltılmasına katkıda bulunma taahhüdü olması sebebiyle, erga omnes (herkese karşı ileri sürülebilirlik) özelliği taşımaktadır. (Gülin Güngör, Vatansızlığın Azaltılmasına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin Bazı Hükümlerinin 5901 Sayılı Türk Vatandaşlık Kanunu Üzerindeki Etkisi adlı makalesinden) Bu sözleşmenin birinci maddesinde “Sözleşmeci Devletler, kendi ülkesinde olan doğmuş ve aksi takdirde Vatansız duruma düşecek bir kişiye vatandaşlık hakkını tanıyacaktır” ifadesine yer verilmiştir. 2014 yılında Vatansızlığın Azaltılmasına Dair Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı meclis gündemine gelse de kabul edilmemiştir. Yani bu sözleşmeye Türkiye taraf değildir. Fakat 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu, vatandaşlık hukukunun en önemli esaslarından biri olan herkesin bir vatandaşlığının olması suretiyle vatansızlığın önlenmesi gerektiği anlayışı vardır. 5901 sayılı Kanun, Türk vatandaşlığını kaybettirme nedenlerini, önceki kanunlara kıyasla daha fazla sınırlandırmıştır. Bu kapsamda, 5901 sayılı Kanun, 1961 tarihli Sözleşme ile aynı doğrultudadır.
16 Aralık 1966 tarihli Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne Türkiye 2000 yılında taraf olmuştur. Bu sözleşmenin 24. maddesinde “Her çocuk doğumdan hemen sonra nüfusa kaydedilir ve kendisine bir isim verilir. Her çocuk bir vatandaşlık hakkında sahiptir.” düzenlemesine yer verilmiştir. TVK’nın 6. maddesindeki “Doğumla kazanılan Türk vatandaşlığı, soy bağı veya doğum yeri esasına göre kendiliğinden kazanılır. Doğumla kazanılan vatandaşlık doğum anından itibaren hüküm ifade eder.” düzenlemesi 1966’daki sözleşmenin 24. maddesine paralel bir düzenlemedir. Yine 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 19. Maddesine göre bulunmuş çocukların ve zihinsel engelli kişilerin herhangi bir devlete ait vatandaşlığı bulunmaması halinde nüfus müdürlüğünce vatandaşlığa kayıtları yapılır.
13 Eylül 1973 tarihinde Bern'de imzalanan Vatansızlık Hallerinin Sayısının Azaltılmasına dair Sözleşme’nin (Bern-CİEC) Türkiye 1975 yılından beri tarafıdır. Sözleşmenin 1. maddesinde “Âkit Devletlerden birinin vatandaşı olan bir kadının çocuğu, vatansız kalması halinde, doğumla anasının vatandaşlığını kazanır. Bununla beraber, anaya ait nesep, vatandaşlık bakımından ancak, nesebin tespit edildiği gün geçerli oluyorsa, küçük çocuk o gün anasının vatandaşlığını kazanır.” ifadesine yer verilerek doğumdan itibaren vatansız kalınmanın önüne geçilmeye çalışılmıştır. Türkiye de akit devletlerden bir tanesi olduğuna göre bu kural Türkiye için de geçerlidir. Nitekim TVK m.7’deki “(1) Türkiye içinde veya dışında Türk vatandaşı ana veya babadan evlilik birliği içinde doğan çocuk Türk vatandaşıdır. (2) Türk vatandaşı ana ve yabancı babadan evlilik birliği dışında doğan çocuk Türk vatandaşıdır.” ifadeler diğer kanun maddelerinin de olduğu gibi 1973 sözleşmesine paralel olarak düzenlenmiştir.
Avrupa Vatandaşlık Sözleşmesi, 06 Kasım 1997 tarihinde Strazburg'ta kabul edilmiştir. Vatandaşlık hukuku hakkındaki ilke ve kuralları belirlemektedir. Bu ilkelerden birisi de vatansızların azaltılmasıdır.
14 Eylül 1999 tarihinde Lizbon'da imzalanan Vatandaşlık Belgesi Verilmesine İlişkin Sözleşme’ye Türkiye 2003 yılında taraf olmuştur. Bu belgenin doğrudan vatansızlığı engellemesi beklenmese de kişinin vatandaşlığını ispat etmesi açısından önemli bir uluslararası anlaşmadır. Bu düzenleme ile vatandaşı olduğu ülkenin vatandaşlık belgesi vermesi zorunlu hale getirilmiş ve kişilerin vatansız olmadığını daha kolay ispatlanması amaçlanmıştır. Kişilerin vatansız bir birey olup olmadığı daha kolay bir şekilde belirlenecektir.
Uluslararası Anlaşmaların Türk Hukuk Düzenine Etkisi
Anayasa m.90/V uyarınca, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” maddesi anayasal güvence altına alınmıştır. Bu nedenle andlaşmaların kabulünden sonra düzenlenecek kanunlar uluslararası anlaşmalara ters düşecek şekilde düzenlenemez.
De Jure ve De Facto Vatansızlık
De jure vatansızlar, 1954 tarihli Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşmesi’nde tanımlanmış olup yukarıda belirtildiği gibi kişinin hiçbir devletin vatandaşı olmaması olarak tanımlanır. De facto vatansızlar ise bir devletin vatandaşı olmasına rağmen vatandaşı olduğu devletin korumasından (diplomatik koruma) yararlanmayan kişilere denir. De facto vatansızlar kağıt üzerinde bir devletin vatandaşı olsalar da çeşitli sebeplerden dolayı ya da kendi isteği neticesinde bağlı olduğu devletin hizmetlerinden faydalanamamaktadır. Burada etkin olarak faydalanıp faydalanmadığına bakılacaktır. Vatansız kişiler tüm devletler tarafından “yabancı” sayılırlar.
1954 tarihli Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşmesi’nde ulusal koruma olasılıkları düşük olan de facto kişilerin statüsünün, 1954 Sözleşmesi uyarınca vatansız olarak tanınan kişilere verilen ikamet iznine benzer bir izin verilmesi taraf devletlere tavsiye edilmiştir.
Genelde, de facto kişiler için en kalıcı çözümün vatandaşı olduğu devlete gönderilmesi olarak bakılır. Ancak geri dönüşe engel olan zorunlu hususlar olması halinde, bu kişilerin vatandaşlığa alınma yoluyla yerel çözümlerin daha uygun olacağına işaret eder. (Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü’nün yayınladığı “Vatansız Kişilerin Korunmasına İlişkin El Kitabı”, Cenevre, 2014, s. 60) Yani kişi de facto vatansız olmasına rağmen Yabancılar ve Uluslararası Kanunu’nun 55. Maddesinde yer alan “Sınır dışı etme kararı alınmayacaklar” arasındalarsa kişi ülkesine gönderilemeyecektir.
Vatansız kişilere, Türkiye tarafından vatansız kişi kimlik belgesi verilmektedir. Bu kimlik belgesi ile kişi Türkiye’de ikamet edebilmektedir. Burada yapılan düzenleme vatansızlığı önlemek değil, vatansız kişiyi kısmen de olsa Türkiye’de bulunduğu sırada zorluk çekmemesini sağlamaktır.
Kanaatimce, vatansızlığın engellenmesi kapsamında de jure vatansızların bulundukları ülkeye ait vatandaşlık verilmesi sağlanmalıdır. De facto vatansızlara ise ilk başta vatandaşı olduğu ülke ile tekrardan bir bağ oluşturulup oluşturulamayacağına bakılmalıdır. Neticesinde mevcutta vatandaşı olduğu ülke ile vatandaşlık bağı kurulması sağlanamıyorsa yaşadığı ülkenin vatandaşlığı verilmelidir. Ayrıca yüzlerce insanın de facto vatansız olarak kalmasını sağlayacak eğilimi olan devletlere Birleşmiş Milletler nezdinde müdahale edilmelidir. Ayrıca Vatansız nüfusa ilişkin nitelikli ve güvenilir veri toplanması için çalışmalar yürütülmesi; tüm ilgili kurum ve paydaşlara yönelik farkındalık ve kapasite artırıcı çalışmaların yapılması vatansız kişilerin karşılaşacağı zorlukları azaltmada önemli rol oynayacaktır.
Günümüzde 10 milyonu aşkın kişi vatansızdır. Vatansızlığın en çok görüldüğü ülkeler Myammar, Fildişi Sahilleri, Litvanya, Tayland gibi ülkelerdir. Myammar ülkesinin çoğunluğu Budizm dinine tabidir. Ülke 12. yüzyıldan beri yaşamakta olan Rodingya Müslümanlarına vatandaşlık verilmemektedir. Myammar’da 135 farklı etnik köken kabul edilirken ve vatandaş olarak bulunurken 1.1 milyonu aşkın Rodingha Müslümanlarına vatandaşlık verilmemektedir. Rodingha vatandaşları de jure vatansız olarak dünyada yer almaktadır.
Başka ve ülkemizi de yakından ilgilendiren bir örnek vermek gerekirse Suriye vatandaşları tarafından mülteci kamplarında 50 milyonu aşkın çocuk dünyaya geldi. Bunların bir kısmı Suriye vatandaşı olarak kayıt edildi ancak belgesi olmayan bir kısmı ise vatansız olarak dünyaya gelmişlerdir. Yine burada de jure vatansızlık örneğinin olduğunu görmekteyiz. De facto vatansızlara ise siyasi nedenlerden dolayı sınır dışı edilmiş kişiler gösterilebilir.
Comments